Ne kadar rezil olursak o kadar iyi, ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi*
Vasıf Kortun’un Çifte Sürgün’ü üzerine ; (www.resmigorus.blogspot.com)
Kortun’un bahsettiği birinci sürgün, bir anlatım biçimi olarak tarihin metinlerarasılıktan ibaret bir kurmacadan başka birşey olmadığı ile ilgili. Söz gelimi İstanbul Modern yahut Modern Türk Sergisi demenin talihsizliğinin artık her bir “insanın oğlu” farkında. Kanımca böylesi yanılgıların sebebi tamamiyle kurumsal ilişkiler ekonomisinden kaynaklanıyor. (Buna bir kurum olarak ulus’u da eklemeliyiz) Öncelikle farkına varmamız gereken şeyin tarih yazımının allahın emri bir vaka-i husumet olmadığı ve”efendim bizde de bunlar var” dendiğinde “de” eki ile faka basılmış olduğu gerçeği. Bu yanılgılar yüzünden Kortun’un dediği gibi paralellik ve hatta öncüllüklerin bile bir anlamı kalmayabiliyor. Bütün bu mecalsizliği göz önünde bulundurarak, sidik yarışına girişen uzak dünya insanın folklorik çırpınmaları ile karıştırılmaması gereken gerçek bir tutum takınmak gerekiyor. Çünkü Kortun’un söylediği gibi artık kendi kendine yetebilen bir merkez yerine, katılıma ve karşılaşmaya muhtaç bir merkez ile muhattap olmaktayız. Öyle ki çözüm olaya katıksız bir metin olarak değil, bir metinlerarasılık olarak yaklaşmak gerektiğinde yatıyor. Öte yandan merkezi tehdit eden ve bizim de işimize gelen, epeydir kontrolden çıkmış bir melezleşme süreci ile karşı karşıyayız ve bu melezleşme (all mixed up) en yaratıcı iskan politikalarına bile kafa tutabilecek güçte. Bu yüzden merkez demeye artık dilimiz varmıyor. Kortun ikinci sürgün’ün ise yerel iktidarlar tarafından uzaklaştırılma ve güçsüzleştirlmeye tabii tutulmak ile ilgili olduğunu söylüyor. Söz konusu yerel iktidarlar genelde tüm dünyayı kendi ülkesinden hatta kendi mahallesinden ibaret sanan hilkat garibelerinden oluşuyor. Tam da bu noktada esefle ve şaşkınlıkla anmak gerekirse Cey Sanat dergisinde, Ümit Gezgin adlı kişi, 9B üzerine yazdığı sözde eleştiri yazısında bu yerel iktidarlarin söylemlerine hizmet eden bir uslupla şunları yazıyor: “Devabil Kara’nın da dediği gibi; ulusal bienallerin düzenlenmesi gerekiyor. Gerçek yaratıcı sanatçıların ortak katılımı ve yaratıcılıklarıyla oluşturulmuş, seçkin ve çok boyutlu; gerçek kavramsal estetiğin, sanatın ve sanatçıların ortaya çıktığı; bütün sanat disiplinlerinin yer aldığı bir ulusal bienal.” (sayı 7/05 syf. 23)
Birilerin kafasına gök taşı düşmeden bu zihniyet ortandan kalkmayacak gibi gözüküyor....
ahmet öğüt
Kortun’un bahsettiği birinci sürgün, bir anlatım biçimi olarak tarihin metinlerarasılıktan ibaret bir kurmacadan başka birşey olmadığı ile ilgili. Söz gelimi İstanbul Modern yahut Modern Türk Sergisi demenin talihsizliğinin artık her bir “insanın oğlu” farkında. Kanımca böylesi yanılgıların sebebi tamamiyle kurumsal ilişkiler ekonomisinden kaynaklanıyor. (Buna bir kurum olarak ulus’u da eklemeliyiz) Öncelikle farkına varmamız gereken şeyin tarih yazımının allahın emri bir vaka-i husumet olmadığı ve”efendim bizde de bunlar var” dendiğinde “de” eki ile faka basılmış olduğu gerçeği. Bu yanılgılar yüzünden Kortun’un dediği gibi paralellik ve hatta öncüllüklerin bile bir anlamı kalmayabiliyor. Bütün bu mecalsizliği göz önünde bulundurarak, sidik yarışına girişen uzak dünya insanın folklorik çırpınmaları ile karıştırılmaması gereken gerçek bir tutum takınmak gerekiyor. Çünkü Kortun’un söylediği gibi artık kendi kendine yetebilen bir merkez yerine, katılıma ve karşılaşmaya muhtaç bir merkez ile muhattap olmaktayız. Öyle ki çözüm olaya katıksız bir metin olarak değil, bir metinlerarasılık olarak yaklaşmak gerektiğinde yatıyor. Öte yandan merkezi tehdit eden ve bizim de işimize gelen, epeydir kontrolden çıkmış bir melezleşme süreci ile karşı karşıyayız ve bu melezleşme (all mixed up) en yaratıcı iskan politikalarına bile kafa tutabilecek güçte. Bu yüzden merkez demeye artık dilimiz varmıyor. Kortun ikinci sürgün’ün ise yerel iktidarlar tarafından uzaklaştırılma ve güçsüzleştirlmeye tabii tutulmak ile ilgili olduğunu söylüyor. Söz konusu yerel iktidarlar genelde tüm dünyayı kendi ülkesinden hatta kendi mahallesinden ibaret sanan hilkat garibelerinden oluşuyor. Tam da bu noktada esefle ve şaşkınlıkla anmak gerekirse Cey Sanat dergisinde, Ümit Gezgin adlı kişi, 9B üzerine yazdığı sözde eleştiri yazısında bu yerel iktidarlarin söylemlerine hizmet eden bir uslupla şunları yazıyor: “Devabil Kara’nın da dediği gibi; ulusal bienallerin düzenlenmesi gerekiyor. Gerçek yaratıcı sanatçıların ortak katılımı ve yaratıcılıklarıyla oluşturulmuş, seçkin ve çok boyutlu; gerçek kavramsal estetiğin, sanatın ve sanatçıların ortaya çıktığı; bütün sanat disiplinlerinin yer aldığı bir ulusal bienal.” (sayı 7/05 syf. 23)
Birilerin kafasına gök taşı düşmeden bu zihniyet ortandan kalkmayacak gibi gözüküyor....
ahmet öğüt
<< Home