Friday, October 14, 2005

Sebepli bir Slap-Stick* Komedi Ahmet Öğüt’ün Başkasının Arabası

Mika Hannula

İlk bakışta Ahmet Öğüt’ün eski Tütün Deposu’ndaki işiyle ilgili göze çarpan neredeyse hiçbirşey yok. Sadece duvara yansıtılmış iki farklı slayt serisi görüyoruz. Slaytlar Öğüt’ün aksiyonlarına tanıklık etmekteler. Bu aksiyonlar esnasında, rastgele seçilmiş bir arabayı yeni bir model ve bu modelin versiyonuna dönüştürecek şekilde süslüyor. Öğüt, gayet sıradan herhangi bir arabayı, hazır kesim kağıt modellerle süsleyerek bir taksi ya da polis aracı elde ediyor. Evet, hepsi bu kadar, neredeyse bu kadar.

Bu yarı vandal eylemin görünenden daha fazla ne içerdiği ile ilgili bir çözümlemeye girişmeden önce, o zavallı, masum arabalar karşısında Öğüt ne kadar zalimse, biz de o kadar zalim olalım. Aksiyonu bir sanat yapıtı mı? Bir anlam içeriyor mu? Böylesi herhalûkarda çocukça olarak nitelenebilecek bir eylem neden anlamlı olsun?

Yanıt, bana göre, neden olmasın, güçlü bir evet, evet, evet. Her koşulda aynı yanıt, fakat bir takım farklı nedenlerle. Temelde, Öğüt’ün aksiyonu güncel bir sanat yapıtı çünkü öncelikle şimdiki zamana etki eden bir noktadan geliyor, sınırların dışına çıkıyor ve gelecekte olması muhtemel olana ulaşıyor. Yani, geçmiş, bugün ve gelecek, her üç zamansal uzamı birleştiriyor.

Öğüt’ün yapıtının çıkış noktası nedir? İlişki doğrusal olmayabilir, fakat kesinlikle tanınabilir. Artalanı komedidir. Ha ha ha ya da ho ho ho türünden olanı değil, çok çok özel bir türü. Bügünlerde daha çok bir yan ürün olarak algılanan ve tanınmayan bir türü. Alkış tutulmayan, teşhir etmeyen ve milliyetçi, ırkçı ve şovenist temeller üzerine oturmayan bir komedi tarzından bahsediyoruz. Öğüt’ün komedisi klasiklerin komedisi. Buster Keaton’dan bahsediyoruz, Charlie Chaplin’e gönderme yapıyoruz. Tüm eylemleri ve müdahaleleri sıradan hayatlarımızın gündelik küçük ayrıntılarının altını çizebilmenin açık gücüne odaklanmış. Öyle eylemler ki, genel gürültüye değil, iç bakışın özgünlüğüne güveniyorlar. Gösterişli ve içi boş değiller, yalın ve etkili eylemler bunlar.

Bence bu noktada temel bir ayrım yapmaya ihtiyacımız var. Öğüt hiçbir şeyle dalga geçmiyor. Yaptığı, hepimizi bir yandan kendimize ve çevremizde olan bitene gülerken bir yandan da bizleri onun işlerine gereken ilgiyi göstermeye davet ediyor. Bunu yapmak içinde daha ilk anda bir arabayı kaçırıyor ve onu başka bir arabaya dönüştürüyor. Bizleri arabaların, kızların ve benzin istasyonlarının varlığının farkında olmaya zorluyor. Ya da üç yaşindakilerden bile düşük bir dikkat aralığıyla trafik ışıklarının, çılgın taksi şöförlerinin. Bizleri arabalar hakkında pek de alışıldık olmayan bir yoldan düşünmeye itiyor. Ve bu, gerçekten, bu günlerde bize neler olduğu ile kendi eylemini nası bağdaştırdığının bir göstergesi.

Bir gülmece oyununun içine çekiliyoruz ve aksiyonla bir devlet tekelinin simgesinin maskara haline gelişine gülüyoruz. İlgi çekici olmayan, sıradan, tipik beyaz bir arabanın polis aracına dönüşmesini izliyoruz. Son derece nukteden bir duyalılık ile yapılmış bir haraket, nüanslarla yönetilen son derece büyük bir dikkatle oluşturlan bir hikâye metni ile kendi içinde salt gerçekleşen aktiviteden ibaret değil, daha fazlasını içerir hale geliyor.

Bu başka bir şey haline geliş sunumun içerdiği anlamlar bağlamında Öğüt’ün bakış açısı ile zenginleşiyor. Bu aksiyonların video projeksiyonuyla sunulması halinde, etkileri ve verdikleri zevk açısından bir şeylerin yitip gideceğini duşunuyorum. Slayt projektörün o antika “klik klak” sesi ile Öğüt hayal gücüne geniş yer bırakan bir anlatım tarzı tutturuyor. O da çok iyi farkında ki, her şeyi göstermek zorunda değil. Bu otantik olma meselesi değil. Bu, örneğin, bir polis arabasının bizlere ne gibi yan anlamlar ifade ettiği ile ilgili. Sadece ansızın kahkahaya boğan bir komedi olmaktan sıyrılıp, pek de tekin olmayan gölgeler ve renkler kazanmış bir oyun bu.

Peki, gelecek ile olan ilgisi? Öğüt’ün aksiyonları geleceğe nasıl kapı açıyor ya da beklentilerimizi nasıl gıdıklıyor? Sizi bilmem ama ben burada kesinlikle bir olasılık seziyorum. Bir fırsat seziyorum. Unu hissediyorum ve eminim ki bu “iş” de beni hissediyor. En azından böyle olduğuna inanmalıyım. Peki, ama neden söz ediyorum ben? Yine ve tekrar umuttan söz ediyorum. Papa’dan, uyuşturucudan değil, umuttan. Öğüt’ün her bir slaydı arasında okuyabildiğim o muhteşem ve talepkâr dört harfli sözcükten. Siz de görebiliyor musunuz? Yüksek sesle okuyabiliyor musunuz?

(Çeviren: Meral Camcı)

* Komedinin genellikle şiddet öğeleri içeren – kahramanın karşısındakinin kafasına bir tava ile vurması gibi – vurdulu kırdılı bir alt türü.