Friday, June 10, 2005

placebo effect in berlin

Wednesday, June 08, 2005

"Nasıl Kaybedeceğini Öğrenmek" Mika Hannula

Not: ( Bu metni Mika'dan izin almadan yayınlıyorum, umarım beni affeder)

Çeviren: Fatma Çiftçi

Uzun zamandır bu kelimenin kirlenmiş olduğunu düşünüyordum. Çirkin, nahoş ve rezil bir şeydi. Dürüst olmak gerekirse ona yakın olmak ve onu ciddiye almak konusunda oldukça zorlandım. Kuşku yok ki demokrasi ya da sosyal demokrasi ve hatta ve en nihayetinde solcu-sosyal demokrasi den bahsetmiyorum. Hayır, hayır, hayır!!! “Empati”deki “E” gibi bir şey mi ima ediyorum? Bilindiği gibi bu his onlar hakkındaki kaygılarımız ve hatta onların konumu ve durumu konusunda hissettiğimiz güçlü duygular gibi bir şey.

Neden olduğunu bilmiyorum ama, empatinin kirli bir kelime olmadığını anlamak benim için oldukça uzun bir süreçti. Ama bu onun iyi ya da temiz bir kelime olduğu anlamına da gelmez. Her iki zıtlıkta en az ölüm kadar etik ve dehşet verici. Sadece sosyal demokrasi değil ayrıca sevgi, nefret ve bahçe işleri (gardining) gibi diğer kavramların bizi cezbetmesine alışmamıza benzer bir belirsizlik, empati ve yerleşmişlik bahşetmeye neden bu kadar çaba harcandığını düşünmek için bir çeşit merak bu.

Eminim empatiye ve onun mümkün olan bütün anlamlarına karşı koymanın direkt bir yolu yoktur, ama bir strateji vardır ki bu da dolambaçlı yollarda ve yolun bir tarafında yer almak zorunluluğudur. Bu strateji zaman alır ve çalmak, ödünç almak ve hatta kiralamak size keyif verir (sizi eğlendirir) zaman sadece onun kendi infazı içindir. Bu cevap aramak ve bütün dünya anlayışının net berraklığını bulmaya çalışmak değildir. Diğer bir değişle, ne olursa olsun empati, var olmak için, ne olabileceği ve ne başarabileceğine evrimleşmek için tamamiyle (toptan-wholesale) duygusal olan fikirden-hem hissetme hem de anlama kapasitesi olan ya da diğerlerinin problemleri ve durumunu neredeyse tümüyle anlayan-uzak olmak ve hepsinden önemlisi sosyal pornografiden kaçınmak zorundadır.

Eğer onun geleneksel okumasından mutlu değilsem ne çeşit bir empati alternatifi arayabilirim? Bir anlamda, bütünüyle “Kendini Konumlandır” (Situated Self) sergisi ve bir çok diğer projeler (Tere Vedén’le benim ortak maceram, Rock the Boat-Localized Ethics, the Situated Self ve Particularism in Contemprary Art, 2003) tam olarak bununla ilgili. Amaçladığım ya da peşinde olduğum bazı hedeflerin yanında hem değerli bir fikir, hem de beni ileriye doğru taşıması için denediğim hırslı bir tahmin saptamıştım. Yukarda söylediğim gibi bu o işin bir versiyonuydu, ya temiz, ya şirin, ya derli toplu ya da iyi bir kelime olmasının yanımda ayrıca merak edilen bir şeydi. O denge duyularınıza meydan okur, heyecanlandırır (itch) ve kışkırtır. Bu zevk veren bir kavram, ama çok emek harcayarak kazandığın ve başardığın, bahşedilmiş tavırlar ve düşünceler berbat ikinci el elbise dükkanında ölü fiyatına satılıyor ve elden çıkartılıyor.

Bu kuşkunun çıkarına izin veren bir empati. Diğerlerinin monotonluğunu, hazzını ya da acısını anlamaya gücümüzün yetmediği durumu ona başlangıç olur. Bizim yapabileceğimiz tek şey yüzleşmek için ona yakınlaşmak ve orada kalmak, ancak böyle bir davranışla karşılaşmak bizi diğerinin yanında (next to one another) birleştirmez ama durdurur, oturtur ve uyutur. Sadece bir eşya ya da üniforma değil farklılık içinde farklılıktan bahsetmektir ve yeniden geriye gitmektir. Bu birlikte olmakla ilişkilidir. Şimdi burada kiminlesin, nereden geldin, neredesin, yarından sonraki gün ne yapmak isteyeceksin bunları nasıl anlayacaksın hepsi her gün devredenler ve uzlaşılanlar yine onunla ilgilidir.

Belirsizliğinden kaynaklanan hemen hemen her durumda geri dönebilir ya da çevrilirebilir bir empati gibi karışık duyguları olan bir alemin ıslak ve kaygan yokuşuna yaklaşmanın en büyük tehlikelerinden biridir. Böylece onun karakterinden dolayı aracı olan tefsir ve uyarlamaların kolayca kaçırılması hoştur; bu makale ve bütün sergiyi umutsuzca korumaya çalıştığım bir hareket. Kulağa komik gelebilen bu söylem empatinin genişliğini ve derinliğini anlamaya yönelik olan adımlardan biridir ve bu adım benim için bir sanat eseriyle yüzleşme demektir. Bence oldukça açık görülüyor ki bu dikkate değer iş, kristalimsi parlaklığa ve temizliğe sahip olduğu için o işi kullandım. Beni bir yolculuğa sürükledi hem de pürüzlü bir yolculuk. Alma ve verme, itme ve çekmeyle oynanan bir oyun, bir etkileşim ya da onu nasıl hissetmek ve nasıl görmek istediğim şeydi bu.

Fanni Niemi-Junkola bana ilk defa video projesinden bahsettiği zaman oldukça endişelendim ve hatta şüphelendim. Doğurmak gibi özel ve kişisel bir durum hakkında nasıl bu kadar anlamlı bir şey yapabildin (Burada Junkola’nın bu projeyi realite TV’nin bütün bu doymak bilmez işkencesi bizim oturma odalarımızı istila etmeye başlamadan birkaç yıl önce yaptığının hatırlatmamız gerekir)? Geriye dönüp baktığımızda, oldukça güzel ve en iyi biçimde işin fonksiyonunu ve işlevini meydana getirmek ve iskeletini şekillendirmek tam anlamıyla en imkansız husustur. Oldukça yaygın bir durumun sübjektif bir şekilde tefsiri elbette dolambaçlı ve zorlu yolun bir örneğidir. Acılar içinde bir kadına baktığımızda ne görürüz. Bizim aramızda o durumu daha önceden yaşamış olanlar orada neler olduğunu biliyorlar ama işin bu kadar iyi çalışmasını sağlayan neden bu değil, çünkü o doğurmakla ilişkili değil. Böyle anlamazsınız daha da doğrusu anlayamazsınız, sadece hissedebilir, yanında veya yakınında olabilir, ya da birlikte olabilirsiniz.
Büyük E’den sakınmanın bir diğer esas zorluğu her şeye uyan bir bedeni derli toplu bir bohça haline getirilmiş bir şey gibi yansıtmaktır. Ve evet arkadaşlar; eğer iki tane alırsan bir diğeri bedava. Bu yapılan şey kişisel, benzersiz, deneyimsel ve zıt olmalı ki inanılır bir empati için henüz bir olasılık varken tek boyutlu bir sonuçla bunu yapmak tehlikelidir. Yayınlanamaz ve yeniden üretilemez (kopyalanamaz) olmalı. Bu kişisel deneyimlerin benzersizliğine olan saygıya sorulan bir sorudur. Bu bağlamda aynı olayın deneyimi farklı insanlar için benzerdir diyemem ama A ve B insanları için gazozun tadı ve deneyimi arka plandaki farklılıklardan kaynaklanır. Farklılıklar her zaman benzersizdir. O kişinin bağlamsal geçmişi olmaksızın anlaşılamaz bir şey vardır ve bunu o kişiden farklı bir bağlamda düşünemezsiniz.

Empatinin iletişimsel bir deneyimle ilişkisi vardır, örneğin güncel sanat bu ilişkiyle anlam kazanır. Bu düşünmek, konuşmak ve tartışmak için bir davettir. Fotoğraflarının boşluğunda yeterince cesaret bulunan Mads Gamdrup’dan gelen bir davettir. Bir şeylerle dolma talebi olan oldukça derin bir boşluktur, sonra işte hissettiğiniz şeyler onun bağlantıları ve yan anlamlarıdır. Jukka Korkeila’nın resimlerindeki gibi, bu davette oldukça fizikseldir. Burada durumla ilişkide olmaya nasıl ulaşılacağı konusunda çok önemli bir nokta yakaladık. Korkeila’nın durumundaki gibi bir derecede erkek homoseksüelliğine direkt bir gönderme vardır fakat bu şekilde bakarsak Mads Gamdrup’un işlerine tekrardan göz attığımızda bir ima ve bu gösterişli resimlerle olan biraz uzun temaslar, o resimlerin içinde bizim için çok çok yaygın olan şeyin devam ettiğine bizi inandırır daha sonra kimin yanında uyanacağını seçersin.
Makalenin bu bölümünde okuyucu numaraları arayabilir ve yazarın yaşlı ve yorgun biri olup olmadığını merak eder-ya da sadece nostaljik dürüst bir aptal ve zayıf bilgeliğin niteliklerini sonradan mı anlamış? Diğer bir değişle, yaşlanmak ve yaşla bağlantılı olan “ile olmak” ve “ile hissetmek” sorusuyla yüzleşmek açık olma yetisi midir?

Bence cevap basit: ya evet ya hayır. Görev bu türün sınırlı açıklamaları ve çizgiselliğin cezbediciliğinin açık ve temiz kalmasıdır: A’yı yapmak kaçınılmaz bir şekilde B’yi üretmek ya da elde etmeye götürür. Etik ve empatinin sorgusu, bir şey yapmak bazen bir şeye götürür, bazen götürmez. Ama kesin olan şey, bu deneyimlenmiş zorlukların, acı ve kaybetmekle nasıl başa çıkıldığını öğrenmeni sağlayacağına yada yaşlanmanın seni daha zeki yapacağına dair hiçbir garantinin olmadığı ve olmayacağıdır. Empatinin bu görünüşü (başa çıkmak, örneğin acı ve kaybetmeyle başa çıkmak) hakkındaki sıra dışı rahatlatıcı düşünce onu aramaya gitmene gerek olmayandır. O daima sana yetişir. Ve bu yüzden kendine dikkat et, ben ille de yada öncelikli bir şey olarak bile dramatik ve korkutucu bir şeyden söz etmiyorum ama yapmak zorunda olduğunu yapamayacağının farkına vardığın yada işindeki bir sorun veyahut projede başarısız olacağını bileceğin her günkü durumlar ve konumlardan da söz etmiyorum.
Nasıl kaybedeceğini öğrenmenin kanunuyla ilişkilendirilen bir empatidir bu. O sadece biraz önce orda olan ama artık orada olmayan bir şeyle nasıl başa çıkacağınla ilgilidir. Bir son olabilir, bir şey yapmanın mümküniyetinin yok olması olabilir ve deneyimlediğin ve risk aldığın umudun solması olabilir. A.K. Dolven’in işinde bir çiftin araba farlarından yansıyan pencereden karanlığa doğru yürüyerek ışıkların içinden nasıl kaybolduğunu görürüz. Yavaşça birbirlerini teselli ederek ve yardımlaşarak yürüyorlar. Kaygısızca ve ikinci defa düşünmeden. İnanılmaz bir şekilde güçlü ve emin bir inanç ve zarafetle sessizce yürüyorlar. Kaybolarak ne yaptıklarını biliyorlar.
Veya Anri Sala’nın videosundaki, Belgrat’ın üzerinde dolaşan, Belgrat’ı vuran ve yok eden bombaların seslerini imite eden bir adam duyuyor ve görüyoruz. Kaybetmenin güçlü bir hissi var ve bu yaşadığın dünyayı kaybetmenin duygusunu göstermenin bir yolu. Bu hem de yerine aniden başka bir şeyin yerleştiği bir kaybetme duygusu. Aslında orada seni inciten bir şeylerin basmakalıp imitasyonunun sebep olduğu kayıbın boşluğudur ama şimdi bombaların düşüşü ve savaşı unutmana yardımcı olan saf, körü körüne bir hayal ve umuda dönüşen bir şey.
Veyahut Archi Galentz’in enstalasyonuyla karşılaştığımızda nereye ait olduğumuzu unutup kaybettiğimizi ararız. Bize bir hayatta kalma teçhizatı sunar. O bir çok sebebi olduğu için nerede olmak istediğinizi ve nereden geldiğinizi yaşamadığınız (live) gerçeğini kendi kişisel yöntemleriyle kopyalar ama aynı zamana sen ne kadar uzakta durursan içinde yaşamayı istediğin yer olmaktan o kadar uzaklaşır. Senin kendi yerin ve arka planının güvenliğini ve açıklığını kaybetmekle nasıl başa çıkacağını anlatır ve hafızanın ne kadar iyi hizmet ettiğini görürsün ta ki senin olmadığın yıllar boyunca bu mekanı neyin oluşturduğu gerçeğinden oldukça uzak olan, sana nereden geldiğinin imgesini unutturup bozana kadar.

Ama bir kez daha: eğer empati çok zor ise, ve neo-liberal sosyalist Darwinistler, ahlakçı Besserwisserler topluluklarından ve senin için daima neyin daha iyi olduğunu bilen hümanist-liberal babacılardan (paternalists) görüşlerini açıklaman için sana bir şans vermeksizin ya da gerçekten düşüncelerini bile sormaksızın geri çalmak çok zor ise neden rahatsız oluyorsun? Neden bu önemli hareket ve duygulara daha yakın olmak için başka bir kelime bulmuyor ve kullanmıyorsun ve başka bir yol seçmiyorsun?

Benim çözümüm bir çeşit yarı sapkınlığın tekrar eden örnekleridir. Tam olarak onun o olduğunu hissediyorum çünkü bir kavram ya da fikir çok zor gözükür ve zaten negatif bir şekilde yüklüdür. Ona doğru hareket etmemiz gerekir- onun üstesinden gelmeliyiz ve aynı zamanda onun sayesinde üste çıkmalıyız. Bu risk almakla ve kendini aptal durumuna düşürmek için kendi kendine izin vermekle ilgilidir. Geri tepmeye meyilli bir karşılaşmaya çalışarak ve rahat, güvenli zeminden ayrılmakla ilişkili bir şeydir. Yine bu bir etik sorunudur ve empati hakkındadır. Bu sadece karasızlık ve belirsizlikle alakalı olan ve seni eleştirel şekilde düşünmeye zorlayan bir şey değil, hem de yapıcı bir şekilde yapmak için seçtiğin şeyin ne olup olmadığı, ne yaptığın ve kim olduğunla da ilgilidir.

Böylece, en sonunda empatinin “kirliliğini” kullanmak ve doğal olanın imkansızlığını üretken bir şeye çevirmek becerisiyle ilişkilenir. Ve evet gerekli olan şey, 1) çevrene ve kendi kendine gülmek, 2) çevrenle ve kendi kendinle gülüşmek. Bu da sen ve diğerleri arasındaki kapıyı kapatamayacağın anlamına gelir. Bütün, eksiksiz iç ve dış yoktur ama her ikisi de olmanın karışıklığı ve her zaman oyunun parçası, problemin parçası ve şakanın parçası olmanın karışıklığı vardır. Eş zamanlı olarak bir fıkra hem yardımcı olup hem de incittir.

Fıkra çok çok kirli ve komik olabilir. Fıkradaki korkutucu şekilde aşırı yüklenmiş bir bağlam, Ahmet Öğüt ve Serkan Özkaya tarafından yapılmış inanılmaz bir proje olarak, gerçek boyutlarında bir Türk heykeline (Onbir Karpuz Taşıyan Türk Anıtı) dönüştürülmüştür. Türk ne yapıyor, tabi ki en çok karpuzu kimin taşıyabileceğine dair girilen iddiayı nasıl kazandığını gösteriyor. Ve bunu nasıl yaptığını sizin bizzat görmeniz lazım. Ya da konudaki şaka daha ince ve kurnazdır, o kadar yok edici bir biçimde kara değildir. Gönlün arzuladığı ve kesin bir duruma odaklanmış bir fıkradır. Bu anlam çerçevesinde FinnFemFel’in tutumları şaka olma hakkı kazanır, ama duygusuz, ruhsuz ve ciddi bir şaka. Onların bu tavırları çok fazla benzemese de stand-up komediye daha yakındır. Ve eminiz ki bu defa ciddi bir şekilde karda kayarken kullandığımız çubuklarla yürüyen bir insana (onlara komik gelmiyor) gülemiyorlar. Bu Finns’in icat edildiğine inandığı, adı Nordic Walking olan yeni popüler bir spordur. Kayakla yürümek şaşırtıcı bir şey gibi gözükse de, ister inanın ister inanmayın bu bir çok kişinin bildiği boş vakit aktivitesi olarak popüler inanılmaz bir şekilde olan bir spordur. FinnFemFel komik ve saçma görünen bir aktiviteye parmak basıyor, ama daha yakından incelendiğinde onun kendi mantık ve belagatı vardır. Bir çoğumuz özel bir şey için tasarlanmış çubuklarla şehrin asfalt yollarında yürürsek bu her zaman aptalca gözükecektir. Fakat bu sefer yaşlı bir insanı (who walk the walk and talk the talk) ele alırsak, bütün bir yol boyunca nasıl gülümsediklerini ve bunu yaparken nasıl eğlendiklerini görürüz.

Oysa bizim için kültürel anlamda özel bir olayın içtenliğinin çok kesin ve keskin bir konumu vardır. Bu yazın ortasında, daha tam karanlık çökmemişken, ışığın tören boyunca bizimle kaldığı bir gece. Zamanlarını yazlık küçük evlerinde harcayan bir ailenin konumu bizde tipik Fince bir durumdur. Kürekle yürütülen küçük bir kayıkta iki yeni yetme kızın sandalın ön kısmında eğlendiğini görürüz. Babaları kürek çekerken onlar şarkı söylerler ve sürekli şarkı söylemeye devam ederler. Bu Albert Braun’un işidir. Aynı zamanda yukarda değindiğimiz üç durumdan birini FinnFemFel kendi kişisel deneyimlerini kullanarak yazın ortasında filmini çekiyor. Albert Braun’un fotoğraflarındaki kişiler kendi kızı ve kızının bir arkadaşıdır. Etrafı izlemek için incinebilecekleri bir durumda eğleniyorlar. Onlara bakmak beni kesinlikle kıskandırıyor. Dürüst olmak gerekirse bu tür bir şey yaparken eğlenmek aptalca, ama aynı zamanda olağanüstü nefes kesici bir şey. Ve anılmaya değer, özel ama anlamsız, ilginç olmayan bir şey tamamiyle genel bir duruma dönüşüyor.

Eğer Braun bu işi kişisel bir düzeyde yapabiliyorsa, Roderick Buchanan kişisel tutkusunu toplumsal bir düzey ile birleştirme konusunda bir ustadır. Bu toplumsallık spora karşı birleştirilmiş bir ilgiyi sürdürür, korur ve onu bir şekle sokar. Ve bir yaşama şekli (onu izlemek, yapmak ve konu edinmek) olarak sporu ele alır. Spor ve yaşam arasında nefes almaksızın ve ara vermeksizin. Tutkulu bir şekilde. Bu sadece derinlemesine ilgilendiğin bir aktivite değil ayrıca seni yansıtan, bütün gün boyunca seni izleyen bir şey. Ve sporun gerçeğine indiğin zaman acayip ve tuhaf yüzünü takınır. Bu kesinlikle yardımcı olan ve inciten, acıtan ve okşayan, zamanınızın ve gücünüzün inanılmaz bir bölümünü kullandığınız bir şey. Sahtesi ya da imitasyonu olamayan bir aktivite. Yol alabileceğiniz ve genellikle birlikte olacağınız bir işle ilgilidir. Zevki ve acıyı aynı anda tattığınız ve paylaştığınız bir şeydir. Bu sanatçılar ve futbolcular kendi oyunları için ( bu proje için altı İskoçyalı sanatçı ve altı Belgratlı sanatçı bu oyunu oynadılar) bir milyon mil ya da daha fazlasını yürüdüklerini söylediler, bu söylediklerine inansanız iyi olur. Eğer aşkımın ne derinlikte olduğunu sorarsanız cevabım kesinlikle şu olur “derin ve derinlere inmeye devam ediyor ve evet kirli”.

Ve daha sonra empatinin olasılıklarını taradığımda sonunda birlikte olmanın bir anlamı, çevren ve kendi kendine gülmen ve gülmeyi başarabilmenin bir yolu olarak aşık oluruz. İşte o zaman Annika Ström’ün bize çalıp söylediği oldukça melankolik aşk şarkılarıyla ve bilinçli olarak görkemli olmayan imajları birleştirerek yaptığı video resimlerinin dış görünüşü aklımıza gelir. Diyebiliriz ki aşkın ve aşkın ve aşkın her gün ki içeriği hakkında konuşuyor. Ona dönmenin mucizesi ve kaybedilmişliği onun işinde üzücü ve düz bir biçimde betimlenmiş olabilir. Onun işi bizimle ilişkilidir, anlattıkları bizim dileklerimiz ve arzularımız, hayal kırıklıklarımız ve zevklerimizin günlük hayatımızdaki karılaşmalarıyla alakalıdır. Duygular ve mevkilerle alakalı olmalarından daha çok aleladelik hakkındadır, ama aynı zamanda daha fazlasıdır. Onlar bu duygular ve mevkiler için zarif bir ağıttır.

Makalenin sonuna yaklaştıkça, nasıl bu kadar uzun olduğunu ve empatiyi bir kelime, bir kavram olarak ciddiye alıp çıktığımız hep süren hayatımı ve gerçeklik kavramımı etkileyen bu yolculuğun gerekliliğini sorma zamanı mıdır? Diğer bir değişle bir şey öğrendim mi? Bu beni daha iyi bir insan mı yaptı?

Burası alıntılarımı meşrulaştırarak kullanmak için son şansım. Aslında üç kitabın başlığından alınan yolculuğun değeri hakkındaki bu kaygıları cevaplandırınca ne hissedeceğim hakkında hiçbir fikrim yok. Onları listelediğimde: Bruce Chatwin: -Burada Ne Yapıyorum; Paul Feyerabend: -Zaman Öldürmek; ve Charles Willeford: -Ölüm İçin Yeni Umut. Cinsiyetler (cinsler) hakkında ama hepsi birbirinde olukça farklı kitaplar. Chatwin’in kitabı makalelerin toplandığı bir kitap, Feyerabend’in kitabı ise metodolojinin ideolojisi ve bilimsel tarihle uğraşan son derece tartışmalı ve ünlü bir profesörün otobiyografisidir, sonuncusu ise bir suç hikayesidir. Onları birleştiren şey ise hepsinin sonunun kişisel bir yolculukla bitmesidir. Bütün bu çabalardan sonra hepsini de ölmüş olmasıdır.dönem. Ü.

Bu yüzden benim cevabım tacizkar ve ben-merkezci: iyi bir insan olmuyorum ve öğrenmeyi başardığım çok az şey var. Sanatçılar ve onların işleriyle olan etkileşimden öğrendiğim bu küçük şey çok kalıcı olmayan bir bellek ve onların beyin dedikleri çöp tenekesinde yok oluyorlar. Bununla birlikte, ne hissetmeliyim ya da ne hissedebilirim ve ne olmalı hakkında daha önce bu kadar şaşırmış olsam bile bu dikkate değer, hiç sonu gelmeyen araştırma ve bir araya getiren, E’ yi kapsayan bir şeyin peşinden koşan iki olağanüstü durumun farkındayım.

Birincisi detayların farkında olabilmek ve onlara dikkat edebilmektir. Büyük yüzeyi yok sayıp küçük detaylara odaklanmanın saygı göstermek aynı zamanda bunu yaparken de o şeyin onların birlikte dans ettikleri bir tango olduğunu anlamaktır, ama suça eşlik eden ikinci bir partner değil hareketlere şekil veren bir liderdir. Jytte Høy ve Karsten Konrad tarafından yapılan düzenlemelerde bunu görmek mümkün. Høy zevk veren ve aydınlatan bir tutkuyu çok az bir şeyi çoğaltan bir sanatçıdır. Önem verdiği şeyi oldukça sık itiraf edilmeyen ve taktir edilmeyen hakkındadır. Çok büyük bir kalbin eşlik ettiği oldukça küçük dokulardır. Høy küçük bir boyutta çalışırken Konrad bize etrafımızdaki objelerin boyutlarını görme şansı tanır. Son derece dikkatli bir şekilde tam olarak şehir alanını yaptığı düzenlemesinde ne gördüğümüze ya da görmediğimize ulaşırız. Kişisel bir yorum görürüz, aynı mekanın henüz oluşturulmuş alternatifi olarak bir şehrin bir deneyimine bağlanan bir şeyler, ama bu diğer bir skalada. Bu küçücük binaların civarında, dışında ve etrafında seni gezdiren bir perspektif oyunudur. Bu oyunu dikkatli oynaman gerekir çünkü sadece hoş olamayanla olmayan arsındaki boşluğu açar, ama aynı zamanda tehlikelidir de. Seni düşündürür ve bir kere daha düşündürür.

İkincisi ise bir esrarın p-p-p-p-p-p-p-pedagojik durumudur. İhtiyaç duyulan ve gerekli bir şey olduğunu biliyorum ama hem de hep elde etmekte başarısız olduğum gereksinimlerime ve isteklerime zıt acil bir şey. Yavaşlığın Y’si gibi bir şey. Ama kasıtlı olarak yapılmış sorumsuz bir kararsızlık ya da enerji eksikliği olarak yavaşlık değil, sadece kişinin kendi koşullarını diğerleriyle konuşmasıyla geçen zamanın niteliği olarak ve onunla yüzleşebilmenin aldığı zaman olarak yavaşlıktır. Diğer bir değişle, hızlı olmaktan nasıl kaçacağını, bir sonraki otobüsü ve helikopteri yakalamak için nasıl aceleyle adım atmayacağını (bu seni diğerleriyle yapacağın görüşme toplantının derdinden kurtaracak bir şey) ve onunla yüzleşebilmenin çaba ve zaman aldığını anlatmanın bir yolunu bulmaktır. Bu bir şeyleri daha az yapmaktır ve bir şeyleri daha az yapmak biraz daha iyi bir yoldur. Ve bunu yapma çabam kesinlikle kendimi aptal hissetmemi sağlıyor –her saat, saatlerce – gerçekten bunu yaptığımı itiraf edemiyorum. Bu benim başarısızlığımın genişliğini ve derinliğini görmemi sağlıyor.

Ama yine burada bence empatinin bir olasılığı daha olabilir, hatta bu bir diğerinin solmasını sağlar. Şu anda değindiğim özel bir çeşit empatidir. Sinik ve hatta komik bir şeydir bu, ama sebebi olmaksızın komik ve sinik. Duygularımızı ortaya çıkardığını iddia eden bizim etrafımızdaki dünyanın yorumudur bu ama kesinlikle bunu çok sık yapmaz. Hem detaylara nasıl dikkat edeceğinin hem de bu dünyaya nasıl kocaman bir gülüş atacağının bir örneğidir bu aynı zamanda. Bunu ne bir kitap ne de bir sanat eseri olarak almıyorum ama Berlin’deki Kreuzberg’te benim evimin oldukça yakınında bir metro istasyonunun üzerindeki ticari bir billboarda müdahaledir bu. Burada esas olan zamanlamadır. 2002’nin Aralık ayının başlarında ve oldukça ünlü markalaşmış bir sigar firması, kendi ürünlerinde hayat tarzının bir serisini yaptıklarını iddia eden reklamlarının asıldığı ve onun ticaretinin sorgulanmasıdır. “İslow down pleasure up” ismini verdikleri işle bunu başarabildiler.

Ve evet ilk başta bu reklamlar beni şok ve rahatsız etti. Sigarayla ilgilenmediğim ve yahut ta sigara içmediğim için değil ama reklamlarda üzücü bir şekilde yakalayabildiğim ve egemen olan üç kelimenin olması. Bu üç kelim “denediğimden daha fazlası” – daha fazla başarı olmaksızın – idi. Ve bir çok makalede, konuşmalarda ve hatta kitaplarda bile açık seçik söylenen kelimelerdi bunlar. Bu kesin olarak kirli, çirkin ve dev bir başarısızlık, bir insanı kolaylıkla alevlenmiş bir anti-kapitaliste dönüştüren bir şey. Ancak bir intikam vardı bu kelimelerin içinde. Özellikle tatlı olmayan ama tekrardan bu tür bir geri ödeme aradığında ne teklif edersen et sonuç alırsın.
Benim intikamım genel olarak reklamların kullanılmasına karşı olan komşularımdan birinin hareketine karşı olan bir intikamdı. Reklamlardaki imajların üzerine ekstra bir kağıt parçası yerleştirerek reklamlara müdahale etmek alışkanlığıydı onun yaptığı hareket. Bu belirli olan durumda, aslında arkasına yaslanmış bir şekilde kanepede oturarak sigara içen bir erkek imajı vardı. Aslını kaplayacak şekilde yeni bir yüz yerleştirmek ne tarz bir müdahaleydi. Oldukça ünlü birinin yüzünü çizerek oraya yerleştirmişlerdi. Çok iyi bir çizim değildi ama onun kimin yüzü olduğu anlayabileceğimiz şekilde çizilmiş bir desendi. Zamanı vurgulayan şey işte Santa Claus şapkası giyen bu adamdı. Ama kimdi bu adam? Tabi ki El Kaide Terör Örgütünün seçkin lideri Osame Bin Ladin’den başkası olamazdı.

Zamanı planlanmayan diğer bir önemli şeyde hemen hemen her gün önünden o metro istasyonunun önünden geçmekti. “İslow down pleasure up” kelimeleriyle sadece Aralık’ta değil hem de onu izleyen yıl Santa’nın yardımsever bir şekilde gülümseyen versiyonu arasında bir ilişki kurabilmiştim. Hatırladığım kadarıyla Nisan Ayında reklamlarını özellikle müdahalelere karşı savunmasız bu yerde sergilemek isteyen diğer bir cesur şirket daha buldular. Ama inanıyorum ki hata yapmışım. İnanıyorum şimdi bunu düşündüğümde bu benzersiz ve empatik aynı yıl Ağustos’ta o duvarın üzerinde tanıtılan şey bizim günlük sıkıntılarımızdan arındırıyormuş.